Bodur Tavuk köşemdeki yazılarıma bir süre ara verdim; bir süre derken şaka maka neredeyse 8 ay olmuş. Bu 8 ayda neler neler yapmadım ki; konu Bodur Tavuk olunca tabii ki seyahatler seyahatleri kovaladı. Yazın uzunca bir süre memleket havası koklamaya gittim, okşarcasına yürüdüm Alaçatı’nın Arnavut kaldırımlı daracık sokaklarında. Çeşme’nin efil efil melteminde lavanta kokulu pikelere sarınıp mışıl mışıl uyudum. Şalvarım, çarıklarım ve tek süsüm halka küpelerim oldu haftalarca… Çalıştım, çok çalıştım. Son yazımda anlattığım Viyana’dan sonra araya sıkıcı bir Brüksel, minik bir Lüksemburg sıkıştırdım. Bizim kıyılarımız da dahil, hiçbir yere değişmeyeceğim Adriyatik kıyılarına bir kez daha gittim. Bu kaçıncı Hırvatistan, yine doyamadım. Karadağ’a ilk görüşte vuruldum. Bir değişiklik yaptım, Balkanlar’a gittim, o eşsiz coğrafyayı karış karış gezdim. Sırbistan ve Bosna topraklarında tüm duygularım iç içe geçti, üç gün üç gece gözümde yaş, kulaklarımda hiç bitmeyen savaş hikayeleri, zihnimde sorularla gezdim durdum. Birbirinin kültüründen böylesine etkilenmiş uluslar nasıl olmuş da birbirinin kültürünü böylesine yok etmeye girişmiş, merak ettim. Bir otobüs dolusu Yugo-nostaljik ile Makedonya’ya geçtim. Atamın huzurunda gözyaşlarım sel, ona olan sevgim dağ oldu. Araya bir de Arnavutluk ekledim, döndüm Ankara’ma. Yeni dostluklar kurdum, vedalar ettim. İhalelere girdim, kazandım, kaybettim. Yeni projelere imza attım. Bosna’ya doyamamışım, 1.5 ay sonra bir daha gittim; Bosna ve can dostum Burcu zor zamanlarıma deva oldular. Baktım 1.5 yıldır görmediğim Slovenya burnumda tütüyor; dönüşte bir de oraya uğradım. Sabahtan akşama kadar sıcak şarapla ısındım. Noel zamanı hiç uyumayan ‘pasta’ şehir Ljubljana’ya inat huzur yaptım, yalnızlığın tadını çıkardım. Nazım Hikmet’i andım. Sloven şiirinin en önemli şairi Preseren’in adı verilen şehrin ana meydanında, Preseren’in dev heykeli altında, Nazım’ın dizelerini tekrarladım: “Şehirler, gülüm, caddeleriyle değil / Anıtını diktiği şairleriyle büyük oluyor.” Bir shot votkayı Nazım’ın şerefe kaldırdım. Aralara İstanbul, Lyon, Perouge, Abant, Annecy, Aladağ, Cenevre, İzmir, Marsilya gibi kimi küçük, kimi büyük, kimi sıkıcı, kimi cennet şehirler, kasabalar serpiştirdim. Spor yaptım, sağlıklı yaşadım, hayal kırıklıkları, sürprizler, küçük mutluluklar, büyük umutlar doldurdu hayatımı. Bir baktım, neredeyse bahar gelmiş. Farkettim ki, sıkıcı, gri, kasvetli ve çoğu zaman tekdüze olsa da Ankara’m bana iyi gelmiş. Doğduğum, doyduğum, yaşadığım bu şehrin yüzleri, marka olmuş sesleri, nefesleri, kendi alanında dev isimleri beni uykumdan uyandırmış. Bundan böyle, bu köşede Ankara’nın ‘en’lerini, esinlendiğim bu isimleri, yüzleri, gitmekten büyük keyif aldığım mekânları sizlerle paylaşmaya karar verdim. Verdiğim ara için “affola” diyerek… *** Bu ay bir lezzet ustasını tanıştırmak istiyorum sizlerle… Bir tasarım kraliçesini… Akıl sır ermez
eserlere imza atan bir sanatçıyı…
İpek Biçer… Sanata ve tasarıma aşık dünya tatlısı bir kadın. Bir zamanlar resim yapıyor, sergiler açıyor. Hayatının her anında tasarımla iç içe bir yaşam sürüyor. Haliyle, ilk tercihi olan ODTÜ Endüstri Tasarımı Bölümü’nü dereceyle kazanıyor, ikincilikle bitiriyor. Ardından tabii ki tasarımla dolu bir iş hayatı onu bekliyor. Mobilya tasarlıyor, iç mimarlık yapıyor İpek.
Kızının doğumuyla birlikte çok keyifle sürdürdüğü iş hayatına ara veriyor. Anne olmak güzel, anne olmak çok keyifli ama üretmeye alışmış, durmak bilmeden çalışan İpek, bir süre sonra evde kendini kısıtlanmış hissediyor. O günlerde, evini bir atölye gibi düşünerek çok meraklı olduğu mutfağa dalıyor ve yemek denemeleri yapmaya başlıyor. Yapmak yetmiyor; tasarımlarını, tablolarını başkalarıyla paylaşmaya alışık olan İpek, bu denemelerini ‘Acemi Aşçı’ adıyla açtığı blogunda paylaşmaya başlıyor. Acemi Aşçı, denenmiş, kolay ve sağlıklı tarifleriyle çevresinden yoğun ilgi görüyor. İpek mutfağını daha çok sevmeye başlıyor.
Yemek yapmayı seven ama yemek kitaplarındaki tarifleri bir türlü tutturamayan, tutturamadıkça sinirlenen, sinirlendikçe yemek yapmaktan soğuyan ben, İpek’in blogundaki tariflerin bir kısmını denedim. Elde ettiğim sonuç mükemmeldi. İpek’in evinde yediğim ve siteden tarifini alıp yaptığım tavuk salatası dillere destan oldu, portakallı muffin çay saatlerimin vazgeçilmezi artık. Hayatımda hiçbir tarifle aromasını tutturamadığım, anasonunu fazla kaçırıp, tarçınını az koyarak heder ettiğim bütün sıcak şaraplara inat, İpek’in tarifi, kış gecelerimin, şömine başı sohbetlerimin en keyifli arkadaşı oldu. Sizler de İpek’in blogunda eminim seveceğiniz bir tarif bulacaksınız ve eminim bu blogdaki tüm tarifleri tek tek denemek isteyeceksiniz. Dilerim, İpek, biraz ara verdiği bu blogu yeni tariflerle, yeni lezzetlerle sürekli günceller. http://acemiashci.blogspot.com/
Hikaye burada bitmiyor, aslında yeni başlıyor. İpek, bir gün kızına bir doğum günü pastası yapıyor ve deyim yerindeyse o gün hayatı değişiyor; yemek yapmanın keyfini, çok sevdiği ve çok özlediği tasarımla bir araya getirebileceğini fark ediyor İpek. İşte o gün bugündür, nerdeyse soluk almadan, büyük mutlulukla, hiç bitmeyen bir heyecanla kurabiyeler, pastalar, cupcakeler yapıyor. Öyle bildiğiniz pastalardan değil; benim burada anlatabilmem, kelimelerle ifade edebilmem de mümkün değil.
Çok uzaktan akrabam olan İpek’in pastalarını önce annemden duyuyorum ben. Çok da aldırmıyorum açıkçası. Malum, artık herkes pasta yapıyor, herkes pastacı, herkes cupcake ustası. Şeker hamurunu iki kere yoğuran herkes dükkan açıyor. Kendi de bir sanatçı, bir ressam olan annem, Facebook’unu her açtığında aynı şeyi söylüyor bana: “İpek’in yaptığı Burberry çanta pastayı gördün mü?” “İpek bugün bir kedi pasta yapmış, bildiğin gerçek kedi, miyavlayacak neredeyse.” “İnanamıyorum, bu kız bunları nasıl yapıyor?” soru ve cümleleri annem her Facebook’u açışında evi dolduruyor. Aldırmamaya devam ediyorum; hani herkes pasta yapıyor ya! Annem, birgün telefon açıyor, “Lütfen, Facebook’u açıp İpek’in yaptığı Louis Vuitton çanta’ya bakar mısın?” diyor. “Abartıyorsun, anne!” diyecekken içimden gelen sesi dinliyorum, vardır annemin bir bildiği diyerek İpek’in sitesini açıyorum. Ve öylece kalıyorum. Söyleyebildiğim tek şey, “Pasta mı bunlar?” oluyor.
İpek, pasta yapmıyor. İpek, pastanın ruhuna bürünüyor. Her bir pastayı günler öncesinden hayal ediyor, yaşıyor. O pasta geceleri rüyalarını süslüyor. Renklerle, figürlerle oynuyor. Hamura akla hayale gelmez şekiller veriyor. Her bir pastayı yaparken, sahibinin gözlerinde belirecek şaşkınlığı yüreğinde yaşıyor İpek. O pastanın sahibi oluveriyor bir anda. Kimi zaman bir çocuk, kimi zaman yüksek ökçeleri üzerinde salınan bir kadın… Bazen 80. yaşını kutlayan bir dede, bazen evlenme teklifi alan bir taze… O pastayı yaparken İpek, pastanın kutudan çıktığı o sihirli anı hissediyor, o anın bir parçası olmaya çalışıyor. Oluyor da… Böyle bir mutluluğun sebebi olabilmenin verdiği hissi paha biçilemez buluyor. Bu duyguyu yaşamayı ve yaşatmayı çok seviyor.
En yakın takipçisi, en büyük hayranı oluyorum bu kadının. “Öğret bana da” diyorum. Öğretiyor. İlk öğrencisi oluyorum İpek’in. Adeta kendimi unutuyorum İpek’in küçücük mutfağında. Seviyorum çırpmayı, karıştırmayı, fırından yükselen mis gibi kokuları, en çok da şeker hamuruyla oynamayı… Kurt görünümlü köpekler, fareye benzeyen Şirinler, hormonu fazla gelmiş çilekler yapıyor olsam da bayılıyorum, İpek’in evinden alıp getirdiğim kurabiyeleri, cupcakeleri, pastaları saatlerce izlemeye, ailemle, arkadaşlarımla beraber yemeye. Asla onun gibi olamayacağımı bilsem de bu işi de kotardığım için kendimle ve bu işin ‘en iyi’ si olduğu için onunla gurur duyuyorum.
İpek, yaptığı pastaları, kendinde uyandırdığı duyguları ‘pasta günlüğü’ olarak adlandırdığı sitesinde paylaşıyor. Büyük bir alçak gönüllülükle ‘pasta günlüğü’ dediği ‘Bana Bir Pasta Yap’ ise o farkında olmasa da yalnız Ankara’nın değil, Türkiye’nin alanındaki en başarılı markalarından biri olma yolunda emin adımlarla ilerliyor.
İpek, Mart ayından itibaren kurabiye, cupcake ve pasta kurslarına ‘Nolte Home Studio’ da devam ediyor. Kurslar hakkında bilgi almak ve İpek’in harikalar diyarına gitmek için http://www.banabirpastayap.com/ ’a tıklayabilirsiniz.
‘Cupcake’ demişken; en sevdiğim blog yazarlarından biri olan ‘Cupcake Hayatlar’ ın hep dediği gibi ‘Cupcake tadında’ bir bahar diliyorum hepinize… ‘Cupcake Bebek’ nedeniyle ara verdiği bloguna http://gonchagoncha.blogspot.com/ adresinden ulaşabilirsiniz.