Petrolle doğalgazla ilgisi yok!. Bizim ‘rafinerimiz’ kendimize. Keyifler, tatları, lezzetleri durağanlıktan çekip hareketlendirerek dinamik hale dönüştürmek için. Asla tartışılası olmayan ‘zevkler ve renkler’i kendine damıtmak üzere konu edinen bir rafineri (Zevkler ve renkler parantezinin içine başta sosyal medya ve sosyal hayat olmak üzere insana dair her şeyi alabileceğimiz BUSINESS ANKARA atmosferindeyiz çünki). Tartışılmazlığı her dem teslim edilse de, hemen hemen her mecrada uğraşılan zevkler ve renklerimizin yaşadığı işlemleri gözlemleyeceğiz (Elbette ki biz, Şaşırmayın yahu ben otorite değilim, sadece pişirmeye niyetliyim, mutfağa malzemeler düştükçe bende gürbüz gurme şövalyelere inat size leziz bir tabak toparlamaya hazırlamaya çalışacağım. Ne sihir ne büyü! Malzemesi Ankara’mızın bozkırından, pişirme yöntemi de eğilim göstergelerinden, lezzet toplaması ise tek dileğimiz).
Sözlüklerde damıtma işlemi yapılan yer diye geçen ‘rafinerimiz’de damıtılmış olduğunu düşündüğümüz bilumum tatların içine bakacağız. Ama röntgenini çekip, alçıya falan almayacağız. ‘Tu kaka’ demeyeceğiz. Zaten envayi çeşit ‘in’ ve ‘out’ tespitçilerinden usanmışız. Zaman zaman nostalji yapacağız haliyle, ama küf kokularına bulanmadan keyif noktasından dem vurmaya gayret edeceğiz…
Popüler olan şeyler sizce ‘rafine’ midir? Yada değil midir? Adı üstünde popülerdirler. Birileri bizim adımıza bizim alışkanlıklarımız ve beğenilerimiz çerçevesinde bize durmaksızın bişeyler pazarlar… Bizlerde ‘tüketiriz’ ve geçeriz! Eksiksiz noksanız işleyiş böyle olur.
İşte ‘ayrım’da tastamam buradadır. ‘Zevklerimiz ve renklerimiz’ popüler kaynaklardan temin edilmiş ürünlerden oluşuyorlar ise -kızmayınız ama- damıtma işleminden geçmemişler demektir. ‘Kızmayınız’ çünki hiçbir Ademoğlu damıtmanın zorunluluğundan bahsedemez. Tümüyle kendimize kalmış bir seçimdir bu. Ve sanılanın aksine eğitim düzeyiyle de doğrudan hiçbir ilişkisi de yoktur. Bir bakma/görme meselesidir, aslolan. Hayata karşı, hayatın içindeki duruşunuzdur ve size aittir…
‘Mustafa Hadi Dedi’ dinlediniz mi hiç en azından ‘duydunuz mu’? (Dinlememiş olabilirsiniz gayet doğal ama bilenlere ikinci sorumuz) Peki nerede dinlerdiniz? Bu ANKARA’lılarda ne bulmuştunuz? Ya Ankara Caz Derneği Lokalinde Sibel Köse’ye rastlamış mıydınız?
Nereye varmak istorsun diyenleri duyar gibiyim! Mevzu şudur, bu Ankaraya özgü şeylerin unutulması bir kader midir? Elbette değildir! Size özel bir rafineriden geçmiş gibi kulağınızda takılı kalan bu müzik, öz be öz ‘ANKARA’lıdır. Lezizdir, anımsanır. Ankara tava gibi olmasa da.
Tadları aynı ‘windows’ gibi kişiselleştirdiğiniz ayarlara göre damıtılmıştır. Bu nedenle artık sadece ‘müzik’ değildir dinlediğiniz, bir Ankara Müziğidir. Özgün bir üründür. Yol bulup ‘Ankara Polisiye’miz gibi parlaklaşamamıştır.
Ya şu eski ‘Dövüş Kulübü’ filmini beğendiniz miydi? Yoksa kan ve dövüşten iğrenmiş miydiniz? ‘dünyanın danseden pislikleri’ni, kendi yağlarımızı çalarken seyretmek mide bulandırıcı mıydı? Evet biraz öyleydi ama sinema cümlelerini böyle kuruyor… ve maksatlarının sadece -mide bulandırıcı- olduğunu düşünmek -kabul edersiniz ki- epey yüzeysel kalıyor. Tıpkı yazarın yeni kitabının adı yüzünden ofsayta düşmesi ve ne acıdır ki ‘bilirkişi’ raporuyla aklanmak beklemesi gibi. Damıtma işini lütfen kimselere bırakmayın, bu temel bir haktır, hürriyettir.
Peki şart mı bu detayları görmek? Rafine etmek! Damıtmak!
Canım ne gereği var ‘rafineri’nin? İzler geçerim, dinler giderim, yer yutar doyar unuturum, okuyup çöpe atarım. TÜKETİRİM!
Öyle yağma yok! Kendinizi de bir güzel ‘tüketirsiniz’, farkına var(a)madan ‘film’ biter.
Farkında olamadıklarınızda ‘film’le kısıtlı kalmaz!
Üzerinizdeki size özel ‘rafineri’ kayıtları ise sizi -gölgenizden bile vefalı- takipte kalır…
2012 de ‘Rafine’ günlerimiz olması dileğiyle…