Saxo Bank Makro Strateji Müdürü Christopher Dembik, 2017 yılı Ocak ayını değerlendirirken, Trump etkisinin spekülatif bir balon olduğunu ve tüm balonlarda olduğu gibi, yatırımcıların yeni Başkanın sözlerini tutamayacağını fark ettiğinde bu balonun patlayacağını söyledi
Saxo Bank Makro Strateji Müdürü Christopher Dembik, Ocak ayı değerlendirmesini “Önce Amerika, önce korumacılık” sözleriyle özetledi. Trump etkisinin spekülatif bir balon olduğunu ve tüm balonlarda olduğu gibi, yatırımcıların yeni Başkanın sözlerini tutamayacağını fark ettiğinde bu balonun patlayacağına dikkat çeken Dembik, “Şimdiye kadar zaferinin en görünür ilk etkisi faiz oranlarındaki artış oldu (8 Kasım’dan beri ABD 10 yıllık tahvil getirilerindeki +50 taban puanı). Yatırımcılar zaten Trump’ın ekonomi politikasının enflasyon yanlısı olacağını bekliyordu. Ancak yeni başkanın açılış konuşmasında, korumacı politikalara göre tasdiklenen piyasa rehaveti geçersizdir. (“Sınırlarımızı ürünlerimizi üreten, firmalarımızı çalan ve istihdamımızı harap eden diğer ülkelerin zararlarından korumalıyız”…”Amerikan ürünlerini alın, Amerikalıları işe alın”). Gerçeğe dönüş yatırımcılar için acımasız olabilir, global dünyada olduğu gibi korumacılık, bunu büyük ölçekte uygulayan bir ülke için ekonomik olarak maliyetli olacaktır” dedi.
ABD ekonomisinin Trump’a gerçekten ihtiyacı yok
Sorulacak ilk soru ABD ekonomisinin Trump’a gerçekten ihtiyacı olup olmadığı üzerine olmalı diyen ünlü Analist Dembik, “Obama’nın yıllar içindeki ekonomik kaydı genel olarak pozitiftir” diyerek sözlerine şöyle devam etti:
Ekonomik göstergeler oldukça sağlamdır:
“Barack Obama ve Janet Yellen ekonomiyi iyi durumda ve mali sektör açısından özellikle pek çok açıdan 2008’den çok daha güçlü durumda bıraktı. Citi Ekonomik Sürpriz Endeksinde (aşağıda) gösterildiği gibi, son veriler, 2016 son çeyreği ve bu yılın başlangıcındaki ortak kanıda belirtilenden çok daha iyidir. Bu Obama’nın mirasıdır”.
İş piyasası tam istihdam durumuna yakındır:
“Son iki yıldır iş piyasası 4,6 milyon iş yaratarak işsizlik oranını %4,7’ye indirmiştir. İlk işsizlik başvurularının sayısı (dört haftalık ortalama) aşağıdaki grafikte gösterildiği gibi 1973’ten beri en düşük düzeydedir. Riskten en çok etkilenen nüfus kategorilerinde bile son aylarda açık bir iyileşme görülmüştür. Sonuç olarak, 25 ve 35 yaş arasındaki işsiz Amerikalıların sayısı Eylül 2008’den beri ilk defa 2016’nın sonunda %22’nin altına düştü. Yine de son iyileşmeye rağmen iş piyasasına katılım oranı düşüktür (Aralıkta %62,7) bu da ABD ekonomisinin tam istihdama yaklaşsa bile henüz buna tam erişmediği anlamındadır”
“İyi” enflasyon geri döndü:
“Euro bölgesinin aksine, enflasyondaki artış daha yüksek enerji fiyatlarından değil, ayrıca işverenlerin kalifiye çalışan bulma zorluğundan dolayı ortalama ücretlerin (Aralıkta +%0,4) yükselmesinden kaynaklanıyor. İşverenler ve çalışanlar arasındaki güç dengesi kademeli olarak çalışanların lehine dönüyor; bu da nispeten pozitif bir sinyaldir. Yüksek enflasyonun (2017 öngörüsü %2) ABD hane halkının borç yükünü (yaklaşık 12,29 trilyon $) düşürebilir ve ABD eğitim balonuyla (Fed’e göre 1,23 trilyon $’dan daha fazla) bağlantılı riskleri sınırlayabilir diye düşünebiliriz”.
“Ancak Obama’nın kaydı tamamen parlak değildir. Ana ekonomik başarısızlığı dengesizlikteki artışı engelleyememesidir, bu da Trump’ın zaferinin ardındaki kilit bir faktördür. Açıkçası, en zengin %1’lik kesimin sahip olduğu gelir payı bir kere daha 1930’ların sonunda (yaklaşık %17) görülen en üst düzeye çıktı, oysa 20’lerin ortasından 70’lerin ortasına kadar sürekli düşmekteydi”.
“Trump’ın önerdiği ekonomik önlemler açıkçası dengesizlik sorusuyla mücadele edecek kapasitede değil, hatta seçimlerdeki tabanının kızmasına bile sebep olabilir. Aslında iki ekonomik önlem mantıklı olabilir: altyapı harcama planı ve daha sınırlı bağlamda vergi kesintileri”.
“1,5 trilyon $’lık altyapı yatırım planı, Amerikan İnşaat Mühendisleri Birliği’nin bir kısmı Eisenhower dönemine dayanan ve iyi durumdaki mevcut altyapıyı korumak için 2020’ye kadar yaklaşık 3,6 trilyon $ gerektiği şeklindeki önerilerine dayanıyor. Bu program uzun dönem boyunca ABD’nin büyümesinde sorun yaratan üretkenliğin güçlendirilmesine yardımcı olabilir ve ekonomik döngüyü uzatabilir, ama bunun uygulanacağına dair hiçbir garanti yoktur. Bu, Kongrenin ve Cumhuriyetçi Partinin iyi niyetine bağlıdır. Başkan Trump önce altyapıya finansman sağlamak için tamamen özel sektörü düşünüyordu, ancak 50 ve 100 yıllık hazine bonoları çıkarma yoluyla borçlanmayı savunarak ifadesini değiştirmiş oldu. Cumhuriyetçi Parti, Obama uygulamalarının kaldırılması konusunda Başkanla aynı çizgide olsa da bu programla ilgili sürtüşmeler hızla ortaya çıkacak ve bu durum kaçınılmaz bir şekilde ABD devlet borçlarını arttıracaktır. Bu açıdan, ABD Temsilciler Meclisi Sözcüsü Paul Ryan, Trump’ın ilk döneminde muhalefetin gerçek lideri olabilir”.
“Vergi kesintisi planı politik olarak daha çok karşılıklı mutabakata dayalıdır. Geçmişte vergi indirimleri (2001 ve 2008’de oylandığı gibi) özellikle en fakirler ve borç içindeki haneler tarafından tüketimde bir yükselişe yol açtı. Dağıtılan paranın %60 ila %70’i en çok sonraki aylarda harcandı. Stoklama riski nispeten düşüktür. Önceki dönemlerle olan tek dikkat çekici fark, bu önlemin bir kriz dışında devreye girmesidir, bu yüzden orta sınıf hanelerin her zamankinden daha büyük bir oranda tasarruf yapabileceği öne sürülebilir”.
Yeni çelişkiler çağı
Ele alınması gereken ikinci noktanın Trump’ın ana iş ortaklarıyla olacak ilişkileri olduğunu belirten Saxo Bank Makro Strateji Müdürü Dembik, sözlerini şöyle sürdürdü:
“ Gelecek için küçük bir hatırlatma da Trump’ın İncil’den yaptığı en sevdiği alıntıdır: “Göze göz, dişe diş.” Trump’ın başkanlığı hem yurt içinde hem de yurt dışında yeni bir çelişkiler çağını haber veriyor. Amerikan Başkanı sonuçta bir iş adamı (Belçikalı meslektaşlarımdan birinin dediği gibi “çılgın adam” değil). Daha çok Çin’in yaptığı gibi fırsatçı anlaşmaları seven bir fırsatçıdır, bu da başlangıçta Birleşik Devletleri’n Avrupalı ortaklarını ciddi şekilde tereddüte düşürebilir”.
Ticaret söz konusu olduğu sürece:
“Trump kendisini korumacılığın şampiyonu olarak gösteriyor. Çoğu kişinin düşündüğünün aksine, bu bir duruş değildir, kendi görüşüdür. 1980’lerin sonunda zaten serbest ticaret anlaşmalarının aleyhinde açıkça konuşmuştur. Korumacılık ABD politik geçmişinin doğasında vardır. Ülkenin ekonomik gelişmesi 19. yüzyılda büyük oranda korumacılığa dayanıyordu. 1812’den 1849’a kadar ortalama gümrük tarifeleri %25’ten %40’a yükseldi ama bu güçlü refah artışını önlemedi. ABD deneyiminin başarısı büyük oranda ulusun büyüklüğü teorisiyle açıklanabilir”.
“Bu, ekonomi ölçeğine göre ülkenin büyük boyutundan gelen avantajların olduğunu gösterir. Yerel firmalar daha büyük bir pazara girebilirse daha iyi performans gösteriyor, bu da 19. yüzyılda çok rekabetçi ABD üretim sektörünün gelişmesine yardımcı olmuştur. Ancak global bir dünyada bu yaklaşım artık uygulanabilir değildir. Korumacılık, hane halkı tarafından ödenen vergiye denktir, çünkü ithal edilen mallar daha pahalı olacaktır. Birleşik Devletler gibi gelişmiş bir ülkede bir malı artan maliyetler olmadan A’dan Z’ye üretmenin mümkün olduğuna inanmak bir illüzyon olacaktır”.
Bu arada Trump kolay bir hedef olan Meksika’yı hedef aldı, çünkü ülkenin ihracatının %80’i Birleşik Devletlere gidiyor. Ama Başkanın gerçek hedefi Çin. Bu çok daha zorlu bir rakip olacaktır. Bir rakam, Pekin ve Washington arasındaki ticari savaşın ekonomik bedelini göstermektedir: Çin ve Çin’e ihracat yapan ülkeler GSYİH’in %40’ını oluşturuyor. Gerekirse Çin Birleşik Devletleri’n aleyhine iki harekette bulunabilir: 1) daha az ABD hazine bonosu almak – bu faiz oranlarında artışa sebep olacak ve Trump’ın altyapı programını zorlaştıracaktır; 2) ticari anlaşmazlık durumunda (örn. gümrük tarifelerinde artış) DTÖ Anlaşmazlıkları Çözme Kurumu’na (DSB) başvurmak. Bu uzun ve zahmetli bir yasal süreç olacaktır ama burada karar Birleşik Devletleri bağlayıcı olacaktır ve uymama durumunda uluslararası örgütten çıkmasıyla sonuçlanabilir. Bu ekonomik olarak tehlikeli bir seçim olacaktır çünkü DTÖ ABD’li ihracatçıları da korumaktadır”.
Para politikaları açısından:
“Trump ve Yellen arasındaki çatışma sıra dışı bir durum değildir. 1970’lerin sonunda Carter ve Burns arasındaki karşıtlığın, Burns’ün merkez bankası başkanlığının yenilenmemesiyle sonuçlandığını hatırlamalıyız”.
“Mevcut durumla ilgili başka pek çok benzerlik bulunmaktadır: çekişme seçim kampanyasında başladı, FED’in bağımsızlığının etrafında resmen kristalleşti, ardından Carter iktidarda olduğunda para politikalarının ciddi şekilde eleştirilmesine yol açtı. Mevcut çatışma, elbette para politikalarının normalleşmesiyle ilgili olacaktır. Trump’ın altyapı politikasının rekabetçi döviz kuru ve çekici borçlanma maliyetlerini garanti etmesi için nispeten daha düşük oranlara ihtiyacı vardır. Yine de FED’in görüşü faizleri artırmak yönündedir, belki de piyasanın beklediğinden de daha hızlı bir şekilde. Janet Yellen, boş vali pozisyonlarının adayları (Glenn Hubbard, meşhur Taylor kuralını borçlu olduğumuz John Taylor ve Kevin Warsh) ve vali oylaması turları, yüksek oranları tercih edecektir. Janet Yellen’in Şubat 2018’de görev süresinin dolmasından sonra kaçınılmaz bir şekilde yerine başkasının gelmesi, halefinin Beyaz Saray’ın isteklerine daha çok boyun eğeceği garantisini vermiyor. Fed ve Başkan Trump arasındaki güçlü gerilim ve medyatik ilişki görev süresinde korkulacak bir şeydir çünkü merkez bankasıyla piyasalar arasındaki iletişime zarar verebilir ve bunun sonucunda para politikasının geçişi üzerinde negatif etki yaratabilir”.
Euro bölgesindeki etki:
“Piyasadaki ortak görüş, ECB ve Fed arasındaki para politikası konusundaki fikir ayrılığının, doların güçlenmesine ve Euro’nun zayıflamasına neden olacağı şeklinde. Kısa dönemde USD’nin güçlenmesini neyin engelleyebileceğini görmek çok zor ama orta dönemde bu trendin sürüp sürmeyeceği şüpheli. Aslında Trump’ın ekonomi politikası (kısmen uygulansa bile) büyüyen enflasyon baskılarıyla birlikte baskın faiz oranlarında bir artışa yol açacaktır. Bunu aşmak için Birleşik Devletleri’n ticari ortaklarına enflasyonu ihraç etmek için para biriminin değer kaybetmesine izin vermekten başka seçeneği yok”.
“Bu, ABD endüstrisinden gelen baskılarla Nixon’un 70’lerde ve Reagan’ın 80’lerde yaptığından farklı değildir. Euro bölgesi için bu yeni bir faiz artışı döngüsü, daha güçlü Euro ve enflasyonda artış demektir, bu da özellikle Fransa gibi az büyüme gösteren ülkelerde hane halkının satın alma gücünü doğrudan cezalandıracaktır. Bu koşullar altında ECB uyumlu duruşunu planlanandan daha uzun süre korumak zorunda kalacaktır, bu da Draghi destekçileri ile çıkış önlemleri isteyen Almanya ve yandaşları arasında gerilimin artmasına yol açabilir. Trump riski 2017’de gerçek, ama yatırımcıların göz ardı ettiği daha büyük risk, para politikası konusunda ECB ile açık bir kriz olmasıdır”.